Tekil mesaj gösterimi
Alt 21 Haziran 2023, 16:28   #1
Çevrimdışı
Asi Ruh
Diamond Üye
Kahve Tarihi - Kahvenin Tarihçesi




Kahve Tarihi - Kahvenin Tarihçesi
Www.TrendForum.Net

Kahve, Arap asıllı bir sözcüktür. Kahve adının nereden geldiği hakkında çeşitli efsaneler vardır. Bunlardan biri, vatanı Habeşistan’da, kahve yetiştirilen bölgeye eskiden “Kaffa” denmiş olmasıdır. Zamanla Türkçe’ye dönüşen sözcük, dünyanın her yerinde “kahve”ye yakın bir sözcüktür. Fransızlar ‘café’, İngilizler ‘coffee’, Almanlar ‘kaffe’, Macarlar ‘kave’ olarak kullanırlar.

Kahvenin 1000 yıllarında İran’da çok nadir de olsa bilindiği, ünlü hekim İbn-i Sina’nın kahve içtiği söylenir. Ancak kahvenin o zamanki adı şimdi de Habeşistan’da (Etiyopya’da) bilindiği adıyla “bunc” tu. Araplarda bildiğimiz kahve henüz tanınmıyorken, Arapça sözcük “kahva” şarap anlamını taşıyordu. Bugünkü kahve kendi anlamını, önceleri Habeşistan’da, sonra Yemen’de yetişen ilk kahve bitkileri gelmeye başladığında, yani 14. yüzyılda
kazanmaya başlamıştır.

Kahvenin ilk ortaya çıkış yeri Habeşistan’dır. Kahvenin ortaya çıkışı ile ilgili birbirinden farklı anlatılar olsa da, pek çok kaynakta sözü edilen öykünün başlangıcı, kahvenin ilk defa keçiler tarafından keşfedilmiş olduğudur. İranlı çoban Kaldi, keçi ve deve sürülerinin garip bir ağacın meyvelerini yedikten sonra fazla canlılık gösterdiklerini, hatta keçilerin mehtapta dans ettiklerini görmüştür. Durumu dervişlerine anlatmış ve ünlü bir derviş olan Şazilî, gösterilen ağacın meyvelerini kaynatarak suyunu içmiştir. Kendisinde de aynı canlılığı duymuş, böylece kahvenin yüzyıllar boyu sürecek olan mazisi başlamıştır.

Kahve, Habeşistan’da yetişen fidan boyundaki yeşil ağaçların meyvesidir. Ağacın çiçekleri yasemine, meyveleri kiraza benzer. Çiçekleri döküldükten sonra, ağaçların dallarında çekirdekleri kalır. Bunlar silkelenir, güneşte kurutulur ve tahta tokmaklarla dövülür. Kabukları sıyrıldıktan sonra öz meyve ortaya çıkar. Bunlar kavrulur, öğütülür ve kendine has kokulu, lezzetli kahve elde edilmiş olur.

Türk kahvesi, Güneydoğu’da çok yaygın olarak içilen “mırra” ile İtalyanların “espresso“su arası bir türdür. Türk kahvesini tüm kahve çeşitlerinden ayıran özellik, şekerin pişme sırasında ilave edilmesidir. Kahvenin adlandırılması konusu, Yunanlılarla Türkler arasında yıllardır süregelen bir tartışmadır. Yunanlılar, yıllardır Türk kahvesine “Greek Cafe” deseler de Yunanlı yazar Elias Petropoulos “Türk Kahvesi” adlı kitabında bugün aynı isimle içtiğimiz kahvenin Türklere ait olduğunu anlatmaktadır.

Güncel bir anekdotta, kahvenin 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’na kadar “Türk Kahvesi” olarak anıldığı, ancak bu tarihten sonra “Türk Kahvesi” olarak söz edilmediği anlatılmaktadır.

Bugün Dünya’da kahve en çok Brezilya’da yetişmektedir.

Brezilya’dan sonra başlıca kahve üreten ülkeler, Kolombiya, Venezuela, Orta Amerika, Meksika, Arabistan, Afrika, Kenya ve dolayları, Hindistan, Endonezya, Antiller, Büyük Okyanus adaları, bu adalarınarasında da özellikle Hawaii ve Filipinler’dir.

Kahve çeşitleri yetiştirildikleri yerlere, biçimlerine, renklerine, lezzetlerine, tanelerinin düzgün olup olmamasına göre adlandırılır. Örneğin Brezilya’nın güneyinde yetiştirilen kahve Santos limanından gemilere yüklendiğinden “Santos Kahvesi” diye anılır. Arabistan’da Yemen’de yetiştirilip Mokka limanından ihraç edilen kahveye “Mokka (Yemen) Kahvesi”denir. Cava yakınlarında yetiştirilen kahveler de “Cava Kahvesi”diye tanınır. Bunlardan Santos (Brezilya) kahvesi büyük, yeşilimsi tanelidir. Yemen kahvesi koyu yeşilden neftiye kadar çeşitli renkleri olan küçük taneli bir kahvedir. Kahvelerin biçim, renk ve lezzet bakımından değişik olması kahve ağaçlarının yetiştirildiği bölgelerin deniz yüzeyinden yüksekliği, iklimi, topraklarının cinsi ve ağacın yaşı ile ilgilidir. İstatistiklere göre kahve, dünyada en çok Amerika Birleşik Devletleri’nde kullanılmaktadır.

Dünyada elde edilen kahvenin üçte ikisi orada harcanır. En çok kahve içilen diğer ülkeler ise, Fransa, Belçika, İtalya, İngiltere, İsveç ve Kanada’dır.

Kahvenin adı ilk defa Horasan’ın Rey şehrinde doğan, 1405-1525 yılları arasında yaşayan Türk asıllı Ebubekir’in Arapça yazdığı tıp kitabında geçer. Kitapta, 1420 yılında İran’da kahve kullanıldığı, oradan da Aden’e gönderildiği belirtilmektedir. Habeşistan’dan Yemen’e, sonra da Mekke ve Medine’ye yayılan kahve, buradan da İslâm gezginleri tarafından İran, Mısır, Türkiye ve tüm İslâm dünyasına yayılmaya başlamıştır.

Heathcott (2000), kahvenin kapitalizm sürecindeki tarihsel gelişimini anlattığı makalesinde, “kaynayan kahvenin kokusu, devrimin kokusuydu” diyerek, kahvenin “burjuvazi sabotajcıları” ve devrimciler tarafından benimsendiğini vurgular. Yazara göre, İngiltere’nin Hindistan ve Çin’deki askeri yayılmasını desteklemek amacıyla çay tüketimine yüksek vergi koyması yüzünden Fransa ve Amerika’nın çayı reddedip kahveye yönelmesi, bugün Paris’in ünlü “cafe”lerinin doğmasına neden olmuştur:

“Pazar sabahları, erken saatte, Sartre‟ın kısa süreli bir kahve içtiği yer! …. Hiç Paris‟te kahvelerin, onlara bağlı „yaşamlar‟ın sonu gelir mi?”

Heathcott (2000)’a göre “egzotik” gıda metalarına yönelik Batılı zevki 16. ve 19. yüzyıllar arasında patladı. Bunlardan biri olan kahve, ticaretin dünyanın her yerine doğru genişlemesine eşlik eden çok sayıdaki yeni ve heyecan verici ithal mallardan sadece birisiydi. Bu dönemlerde İspanya, Meksika’dan gelen mısır ve çikolata ithalatına hakim olurken, İngiltere krallığı Hindistan, Seylan ve Çin’den çay getirmek için çeşitli şirketlere imtiyaz verdi. Bu arada, İtalya ve Fransa, Akdeniz gemicilik yollarına olan yakınlıklarını, Avrupa genelindeki kahve ticaretinin denetimini sağlamak amacıyla kendi lehlerine kullandılar. Heathcott’a göre 19. yüzyıla gelindiğinde kahve, sömürgeciliğin emeği zorlaması, toprak kullanımı, kaynak çekilmesi ve meta ticareti sisteminin içine kök salmış bir meta olmuştu.
__________________
Kahrolsun psikolojisi düzgün insanlar!
Yaşasın tam bağımsız ruh hastası BEŞİKTAŞ'lılar!
 
Alıntı ile Yanıt